25 Şubat 2009 Çarşamba

SİYASAL GÜNDEME DAİR ANALİZLER 3

ÇANKAYA’YA KİM YAKIŞIR?

Türkiye Cumhuriyeti’nin iktidar zirvesinde kimin oturacağı sorunu 20. yüzyıl boyunca hep kriz ve gerilimlere konu oldu. Mustafa Kemal ve onu izleyen İsmet İnönü’nün ulusal kurtuluş savaşındaki askeri ve siyasal önderliklerinden kaynaklanan doğal kurucu önder vasıfları bir yana, 1950’lerden beri bütün Cumhurbaşkanlığı seçimleri, seçilen kişinin seçildiği iktidar konumuna uygunluk derecesinin yönetici sınıf ve zümreler tarafından sorgulanmasıyla belirlenen çatışma ve krizlere yol açtı.

Aslında Osmanlı’da beri devam edegelen bir sorundur bu. Padişahın kim olacağına dair arayış ve seçimler, kardeş katline, suikast ve entrikalara, devlet gücünde bölünme ve iç savaşlara, saray darbelerine kadar açılan krizlere neden olmuştur. Sadece Osmanlı’ya özgü olduğu da söylenemez. Antik çağ devletlerinden Roma’ya, Bizans’tan günümüz devletlerine dek siyasal ve toplumsal akropolde oturacak kişinin yönetici sınıfın birliğini, egemenliğini ve mutabakatını temsil edemediği her durumda, kriz ve çatışma kazanları kaynamaya başlamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sarsıntılı ve sallantılı seyrine dönersek, egemen sınıf ve zümrenin yönetememe krizine gebe, saatli bomba gibi patlamaya yakın bu gerilimin kaynağında hangi muharrik kuvvetler saklıdır?

Gerilim ve çatışmanın kaynağını burjuva yazarlar ve onların aklıyla solculuk yapmaya çalışanlar yanlış yerde arıyor. Siyasal kültürel özelliklerimize dair kültürel sosyoloji ve siyasal psikoloji esaslı açıklamalar (uzlaşma yeteneksizliği, kişisel hırs ve aşırılıklar, hoşgörü ve çoğulculuk eksikliği söylemleri), devlet iktidarına sahip seçkinlerle iktidara doğru yükselen Anadolu burjuvazisi ve halk arasındaki kültürel siyasal çatışmalara dair vülger Marksist yorumlar, anayasa hukukuna dair teknik sorunlar, militarist vesayet söylemleri, siyasal- toplumsal rejimin ideolojik krizi vs… merkezli açıklama çabaları sorunu içinden çıkılmaz ve anlaşılmaz hale getirmekten başka bir şeye yaramıyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir kriz kaynağı haline getiren esas etken, yönetici sınıfın (türk burjuvazisinin) yönetme biçim ve doğrultusunun birliğini, egemenliğini ve mutabakatını temsil eden kişisel ve siyasal iradeyi seçmenin, türk kapitalizminin tarihsel ve toplumsal somut koşullarındaki zorluğudur. Dolayısıyla incelenmesi gereken, bu tarihsel ve toplumsal koşullardır.

MUSTAFA KEMAL’İN ÖNDERLİĞİ

Ulusal kurtuluş savaşı, askeri bürokrasi, Anadolu eşrafı ve tüccar zümreleri ile küçüklü büyüklü toprak sahipleri ittifakı elinde kazanıldı. Ezilen müslüman doğu halklarının, kürt yerel feodalitesinin ve dünyanın ilk işçi sınıfı devletinin desteği ve sempatisi gibi tarihte zor görülecek istisnai koşulları yan yana getiren bir müttefik çember bu zaferi kolaylaştırdı.

İki kritik gelişme, bu zaferin siyasal çerçevesini ve tarihsel çelişkilerle damgalı kaderini çizdi: Savaşın siyasal önderliğinden komünistlerin ve yoksul köylü-işçi güçlerinin tasfiye edilmesini simgeleyen Mustafa Suphi ve yoldaşlarının (15’lerin) katledilmesi ve İzmir İktisat Kongresi kararlarının çizdiği çerçeve dahilinde yeni rejimin iktisadi-siyasal tercihinin kapitalizm olarak belirlenmesi.

Büyük emperyalist güçler tarafından mevcut reel uluslararası güçler dengesi içinde Lozan antlaşmasıyla resmen tanınan askeri zaferin ilerletici rüzgarıyla Mustafa Kemal’in yeni Cumhuriyet rejiminin kurucu önderi olması kaçınılmazdı. Cumhuriyet’in ilanı, saltanatın ilgası, Osmanlı hükümdar ailesinin sürgüne zorlanması, hilafetin ilgası ve devlet ve toplumun yeniden inşasında laiklik ilkesinin benimsenmesi, dinsel eğitimi kaldıran ve çoklu eğitim yerine üniter eğitim-öğretim birliğini getiren, alfabe devrimi ve okuma yazma seferberliğini başlatan bir dizi toplumsal-siyasal-kültürel dönüşüm bu önderliğin işini kolaylaştırdı. Buna rağmen, savaşı kazanan egemen toplumsal ittifakın emperyalizmle uzlaşarak kapitalist yolu seçmesiyle ve eski Osmanlı egemen sınıf ve zümreler mutabakatının (İstanbul-İzmir-Adana komprador ve ticaret burjuvazilerinin, Çukurova ve Ege’deki büyük toprak sahiplerinin, kürt feodallerinin) zaferi kazanan safa dahil olmasıyla birlikte, yeni Cumhuriyet rejimi daha ilk adımda Osmanlı rejiminin restorasyonu eğilimiyle bütünleşmeye yöneldi. Mustafa Kemal’in ölümüne dek geçen ilk 15 yıl boyunca Cumhuriyet rejimi, kurucu önderliğin ilerici dönüşümlerle temsil edilen ancak eski Osmanlı egemenleriyle (paşalar, ittihatçılar, itilafçılar, mütareke basını, hilafet ve saltanat artıkları, kürt feodalleri) kah çatışan kah uzlaşan Kemalist dinamiği tarafından belirlendi.

İSMET İNÖNÜ’NÜN MİLLİ ŞEFLİĞİ

İsmet İnönü bu Kemalist dinamiği savaş yılları boyunca emperyalist güçlere daha fazla yanaşan, Sovyetler Birliği ile mesafesini açan ve ikili oynamakla birlikte daha çok Alman Nazi yanlısı doğrultuya yönelen bir akıma dönüştürdü. Kendisini bu yıllar içerisinde Milli Şef ilan etti. Saraçoğlu- Peker kabineleri ile askeri-faşist mihvere yakınlaşan bir siyasal rejim tesis etti. Irkçı ve Turancılarla kolkola girdi.

2. Büyük Paylaşım Savaşının seyri bir Alman zaferini mümkün ve yakın gösterdiği sürece İnönü önderliği yeni Cumhuriyetin ve savaş yıllarında devlet himayesinde semiren milli burjuvazinin-ordu bürokrasisinin-büyük toprak sahiplerinin-komprador ve ticaret burjuvazisinin-kürt feodallerinin ortak mutabakatını temsil edebildi.

2. Büyük Savaşta yanlış ata oynamaya meyletmiş ve sosyalizmin Avrupa’daki ve yakın coğrafyalardaki büyük askeri-siyasal zaferinden dehşete kapılmış türk egemen güçlerinin siyasal yönelimi, savaşın sonunda panik içinde Batı kampına iltica etmek biçimine dönüştü!

CELAL BAYAR’IN NEO-İTTİHATÇILIĞI

Yönetici siyasal zümre kendi içinde çatladı, DP ve Celal Bayar savaş sonrası koşullarına denk düşen iki partili bir rejim içinde, Cumhuriyetin kurucu önderliğinin ilk yıllarına siyaseten ve ideolojik olarak tamamen ters yönde adımlar atmaya başladı: NATO’ya girildi, ülke toprakları yabancı üslere açıldı, ordu bürokrasisi ABD-NATO denetimine sokuldu, Türk Ordusu ABD çıkarları için uzak diyarlarda savaşmaya gönderildi. Osmanlı’nın son yarım yüzyılına benzer biçimde borçlanma politikalarına dönüldü, hilafet ve saltanat artıklarına serbesti tanındı ve öğretim birliği-laiklik ilkeleri aşındırılarak dinsel eğitim modellerine dönüldü…

Eski İttihatçı Bayar’ın zirvesinde oturduğu Cumhuriyet’i kendi kuruluş çizgisine karşı düşmanca politikalara yöneltmesi, ordu alt orta kademelerinden, öğrenci gençlik ve kentli küçük burjuvaziden yükselen tepkilerin massedildiği 27 Mayıs askeri darbesiyle devrilmesine yol açtı.

EMEKLİ KOMUTANLARIN CUMHURBAŞKANLIĞI YILLARI

27 Mayıs her ne kadar toplumdan yükselen anti-emperyalist ve halkçı demokratik tepkilerin ordu tabanından ve gövdesinden güç alarak siyasal iktidarı değiştirmesine yol açsa da, ABD-NATO-türk burjuvazisi ordu ve devlet bürokrasisinin üzerindeki denetimini çalkantılı geçen 1960’lı yıllar boyunca yavaş yavaş sağladı. Bu yıllar boyunca Cumhurbaşkanlığı’na seçilen Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk gibi emekli komutanlar, bu denetimi sağlamanın siyasal aracı oldular. Cevdet Sunay, 12 Mart faşizminin kolaylaştırıcısı olarak iş gören yetenekleri sınırlı bir siyasal kukla idi. Fahri Korutürk ise Cumhuriyetin ve toplumsal basınç altında kısıtlı demokratik açılım göstermiş siyasal rejimin ölüm fermanını tabutuna çivileme peşindeki faşist güçlerin siyasal korkuluğu vazifesini üstlenmişti.

Cumhurbaşkanlığı’na seçilen son emekli komutan, görevdeyken askeri darbe yapan, siyasal rejimi tepeden tırnağa faşist nitelikte imar eden, sonra kendini emekli edip tek aday olarak devletin zirvesine kurulup ülkenin 10 yılını kirleten, türk-islam sentezini benimsemiş Kenan Evren oldu.

SİVİL CUMHURBAŞKANLARI DÖNEMİ

12 Eylül cuntasının ekonomik serbestleştirme programının yöneticisi Turgut Özal, cunta lideri Evren’in tek aday olarak seçilmesini izleyen yıllarda Cumhurbaşkanı seçildi ve ülke ekonomisinin emperyalizm tarafından teslim alınması dönemini başlattı. Amerikancılığın 1960’lar ve 1970’ler boyunca hacıyatmaz temsilcisi Demirel 1980’ler ve 1990’lar boyunca da politik aktör olarak hizmetini sürdürdü, nihayet 1990’larda Cumhuriyet’in siyasal iktidar zirvesine o da çıktı. Demirel türk kapitalizminin mafyalaşmasına, çözülmesine, çürümesine açılan dönemi ismiyle temsil etti.

Yargı bürokrasisinden gelen Ahmet Necdet Sezer, 2000’lerin başında Cumhuriyet’in çözülme ve dağılma sürecine giden yolun açıcısı AKP-DSP-CHP-ANAP-MHP siyasetlerinin korkuluğu olarak 1970’lerdeki öncülü Fahri Korutürk’ü pek andıran bir rolü üstlendi. AKP kargaları tarladaki mısırları yemekle meşgulken Sezer kollarını açmış rüzgarda salınarak rolünü oynadı.

ABDULLAH GÜL’ÜN CUMHURBAŞKANLIĞI

Cumhuriyetin kuruluşunun 100. Yılına 15 yıl kala, Abdullah Gül’ün, bu yumuşak başlı ve akil adam maskeli “hard” şeriatçının Cumhurbaşkanlığına seçimi de aynı kavga-gürültü-gerilim ortamında tamamlandı. Abdullah Gül’ün seçimi, egemen sınıf ve zümreler arasında ülkenin nasıl yönetileceğine dair bir mutabakat eksiğini gösteriyordu. Bu mutabakat eksiği ülkenin felakete doğru sürüklenişinin “velev ki simgesi” olmuş tesettür üniformaları, devlet mallarının yağması, yolsuzluklar, etnik iç çatışmalar ve polis terörü eşliğinde gidişatını gösteriyor.

Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’nı Çankaya’ya yakıştıramayan eski egemen zümre mutabakatından klasik kesim Kemalistler (1. ve 2. Cumhurbaşkanı devri özlemcileri), Gül’ün kadınla erkeği ve kendi ülkesiyle emperyalist büyük güçleri eşit saymayan anlayışını haklı olarak ama biraz gecikmiş biçimde farkediyorlar. Abdullah Gül’ün cariye edinir gibi eş edinme tarzı, eşinin 15 yaşında okulunu bıraktırıp başını örttürmesi, 30 yaşındaki egemen erkek konumundan hareketle yarı yaşındaki bir kız çocuğunu bu eş edinme biçiminin kadınları aşağılayıcı niteliği dikkatlerden kaçmıyor. Ezik-bağımlı-çocuk yaştaki kızın öğrenim hakkının çiğnenmesi ve okulunun bıraktırılması ile tesettüre sokulması arasındaki ilişki de görmezden gelinemez. Dahası, tesettürü benimserken ve okulunu bırakırken kocasının aklıyla davranan bu kadın, 15 yaşından beri devam edegelen ideolojik teslimiyetinin ve boyun eğmesinin devamı ve sonucu olarak, yine kocasının aklıyla okulundaki tesettür yasağına karşı bir emperyalist devletin mahkemesinde kendi devletini dava etmesiyle, emperyalizmin işbirlikçisi ve teslimiyetçi bir toplumsal kimliği dışavuruyor.

Abdullah Gül’ün mali suçlara, zimmete para geçirmeye eğilimli olduğunu düşündüren ve kamu malını gasp nedeniyle yargılanmasını gerektiren dosyalı bir mali suç şüphelisi olduğunu gösteren kanıtlar, bu kirlilikte ve ahlaksızlıkta bir kişiliğin Çankaya’ya yakıştırılmasının, Cumhuriyet rejiminin yaklaşan felaketinin son perdesine yakışıyor.

ÇANKAYA NEDEN BU DURUMA DÜŞTÜ?

Osmanlı zamanında devlet iktidarının zirvesi “payitaht” padişah soyuna mahsustu. Akıllısı, delisi, ilericisi, gericisi, egemen sınıfın mutabakatını temsil edeni etmeyeniyle devletin başına mülkün sahibi ve Allahın yeryüzündeki halifesi kimliğiyle Osmanlı soyundan birinin seçilmesi kuralı yürürlükteydi.

1923 Cumhuriyet devriminin en önemli kazanımı, iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirmesi, Osmanlı soyundan gelenlerden kurtarması, hilafet ve din temelli ideolojik belirlemeleri tasfiye etmesiydi. “Çankaya” payitahta ve müttefiki düvel-i muazzama’ya karşı başkaldıran Anadolu halklarının kendi kaderlerine sahip çıkma iradesinin simgesidir.

Ne var ki Çankaya’yı yeniden hırsız ve işbirlikçi köle ruhlu Osmanlı hayranlarının eline teslim eden ilk adım, Kurtuluş Savaşı’na katılan yurtsever halk güçlerinin, komünistlerin tasfiyesiyle atıldı. İzmir İktisat Kongresiyle sağlanan egemen sınıf mutabakatı, Kurtuluş Savaşı’nın karşısına aldığı bütün güçlerle yeniden uzlaşmasını ve Osmanlı’ya geri dönüşünü başlattı.

Cumhuriyeti yeniden ayağa kaldırmak isteyen yurtsever güçler, mücadeleye en başından başlamak, en başta yapılan ilk yanlışı düzeltmek, Mustafa Suphi ve yoldaşlarına karşı tarihsel özür borcunu ödetmek ve Çankaya zirvesini emekçi halka, işçi sınıfına, yoksul kürt köylülerine devrettirmek için harekete geçmelidir!

Çankaya’ya kim yakışır? Kurucu önderliğin tarihsel seçim ve burjuva yönelimlerini temsil edenlerin hiç biri! Mustafa Kemal’i tarihsel evrensel kimliğinden soyarak “Mustafa” kişisel kimliğine indirgeme çabasındaki uşak ruhlular, yeni bir “resmi tarih” yazımı peşinde koşanlar, Cumhuriyet’in kurucu önderliğiyle bütün bağlarını koparmak peşindedir, çünkü bu bağlar artık emperyalizme tam boy teslimiyetin engeli haline dönüşmüş, emperyalizm tarihsel saati 1920-1923 devriminin gerisine alma ve ülkeyi yeniden paylaşma iradesini Türkiye’nin bugünkü egemenlerine benimsetmiştir.

Bu saatten sonra Çankaya ancak alınteriyle, göz nuru ile kurtarılacak, eğer başarılabilirse, cumhuriyetin esir al bayrağı ancak sosyalist bir cumhuriyetin gönderinde dalgalanacaktır.

Hiç yorum yok: