7 Ağustos 2009 Cuma

SİYASAL GÜNDEME DAİR ANALİZLER 6

MİLLİ İRADE Mİ DARBE Mİ?

Son bir- iki yıl “milli irade mi darbe mi?” tartışmalarıyla geçti. “Demokrat” akım sağlı sollu kendini milli iradenin bir yerlerine yerleştiriyor. “Darbeci” akım demokrasi karşıtlığında hikmet arıyor, “demokrasi” ile emperyalizm arasındaki ilişkilerden hareketle ulusal çıkarları savunmanın komplocu olmayan yollarını göremiyor.

Milli iradeyi ölçmenin seçim sandığı dışında bir yolu olmadığını savunan demokratlar, kendi tarihsel köklerindeki devrim ve darbelerden, taht ve taç devirme eylemlerinden, kralların ve padişahların darağaçlarında ipe çekilen bedenlerinden, giyotinde uçurulan kellelerinden tiksiniyor, demokrat akımı doğuran burjuva egemenliğinin devrimci terörden yeşerdiğini reddediyor. Demokrat akım reddi miras yapıyor, kendi geçmişini ve tarihsel köklerini sahiplenmiyor.

Demokrat akım kapitalizmin gelişimi sürecinde sınıfsal ayrışma temelinde burjuva ve sosyal demokratlar olarak ayrıştı. Devrimci sosyal demokratlar işçi sınıfının iktidara yönelişi içinde komünist ve devrimci akıma ebelik yaparken, işçi sınıfı iktidarı kaçkını sosyal demokratlar ve emperyalizm çağında toplumsal temeli büzülüp eriyen burjuva demokratlar kaynaşarak yozlaşıp bir tür emperyalist-demokratlar kategorisine dönüştü. Geç-kapitalizmin ürünü emperyalist-demokratlar gericiliğin bütün renkleriyle bulaşık, yer yer militan-faşist, yer yer dinci-gerici, bütün örneklerinde liberalizmin ve ırkçılığın damgasıyla lekeli melez bir akım olarak sahne aldı.

Erken burjuva çağında krallara, padişahlara, tanrının yeryüzündeki gölgesi olma iddiasını sahiplenen bütün öznelere ve toplumsal düzeyde feodal egemenliğe karşı milli irade ilerici bir kavram olarak sivrildi. Erken işçi sınıfı devrimlerinin de itici gücü altında biçimlenen milli irade, genel oy hakkı, seçimler, siyasal özgürlükler kavgası içinde burjuvazinin egemenliğinin tesisini meşrulaştırıcı bir rol oynadı.

Emperyalizm çağında, milli irade artık toplumsal temeli kalmamış ve aşılmış bir kavramdır. 1871 Paris Komünü’nden ve özellikle de 1917 Ekim Devrimi’nden bu yana milletin ezici çoğunluğunu oluşturan ve işçi sınıfı etrafında şekillenmekten başka seçeneği olmayan emekçi halk iradesi bunun yerini almıştır. Genel oya dayalı seçimlerin bu iradeyi yansıtma olanağı, başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye koşullarında da, bağımsızlık, toplumsal eşitlik, siyasal özgürlük ve özel mülkiyetin ilgası ön koşullarına bağlıdır.

Bugünkü kapitalist sistem içinde halkın siyasal iradesi vesayet altına alınmıştır. Serbestçe ve özgür koşullar altında gerçekleşmez, dışa vurmaz. NATO, Gümrük Birliği, AB üyeliği, IMF, ikili ve çok yanlı askeri anlaşmalar, yabancı orduların yetkisine bırakılmış uluslararası boru hatları, seçim yasaları, polis devleti, büyük sermaye medyasının etkinliği, yarı-feodal ilişki kalıntıları, despotizm kültürü gibi siyasi ve toplumsal vesayet koşulları altında genel oya dayalı seçimler emekçi halk iradesini (ya da tarihsel olarak zaten aşılmış olan milli iradeyi) yansıtamaz.

Darbeye karşı milli iradeyi ve seçmen tercihini savunuyor gözüken “demokratlar”, ister sağcı, ister “solcu” kimlik ile konuşsunlar, ister “sivil” ister “askeri” kimlik taşısınlar, ister egemen ulusun isterse ezilen ulusun sözcüleri olsunlar, demokrat akımın tarihsel köklerinden kopmuş emperyalist demokratlardır. Avrupa Birliği’nin liberal, yeşil ve sosyal demokrat kimlikli ve bazıları komünist dönmesi olup Avrupa Sol Partisi’nde yer tutan politikacıları, Troçkist akımın büyük çoğunluğu, Soros’un takipçisi “renkli devrim” yapıcıları, Sovyet iktidarının yıkıcısı Gorbaçov ve Yeltsin’ler, Gürcü ülkesini savaşa sürükleyen Saakaşvili’ler, sosyalist Çekoslovakya’yı parçalayan ve Avrupa Birliği’ne yem eden Aleksandr Dubçek’ler, Vaclav Havel’ler, Tibet’in Dalai Lama’sı, Doğu Türkistan’ın Rabia Kader’leri, Türkiye’nin vatan satıcısı Tayyip Erdoğan ve AKP tayfası, Fethullah hocası, ÖDP’nin müstafi genel başkanı Ufuk Uras ve takipçileri, Nabi Yağcı’lar, Hüseyin Ergün’ler, Hilmi Özkök türünden ordu paşaları, MHP kökenli Mümtazer Türköne’ler, Alperenler, 12 Eylül çizgisinin takipçileri Nazlı Ilıcak’lar, Hasan Celal Güzel’ler aynı emperyalist demokratlar bohçasının içinde tasnif edilebilir. Topunun ortak özelliği, farklı tonlarda olmakla beraber biraz faşist, biraz dinci-gerici, biraz solcu ama her zaman pro-emperyalist ve liberal olmalarıdır. Hepsi emperyalist-demokratlardır.

Emperyalist-demokratların tek yumurta ikizi ve kan kardeşi ise yirminci yüzyılı kana bulayan klasik darbeci-faşist akımın mensuplarıdır. Yazıyla tura gibi aynı madalyonun iki yüzüdür. Bu iki akımın arasında sık sık karşılıklı geçişler ve ideolojik politik değiş-tokuşlar yaşanır. Birbirlerinden beslendikleri, birbirlerini varettikleri, birbirlerinin yöntemlerini kullandıkları görmezden gelinemez. Lunapark aynaları gibi şaşırtıcı yanılsamalar yaratabilir, sol gösterip sağ vurabilirler. Seçimle iktidara yürüyen Hitler ve Mussolini’nin darbe araçları kadar “demokratik” araçlara da başvurdukları bilinir. Tıpkı Kenan Evren’imiz gibi! Darbeci-faşist akımın mensupları da her zaman pro-emperyalist ve liberal olmalarıyla ayırt edilir. Milli iradeyi temsil güçlerinden sual olunmaz.

Emperyalist-demokratlar ile emperyalist-otokratlar arasında cereyan eden “milli irade mi darbe mi?” tartışması masum bir siyasi yöntem tartışması değildir, halk güçlerinin bağımsız tarihsel girişkenliğini hedef alan, milli irade kavramıyla meşrulaştırılmak istenen, pro-emperyalist ve gerici bir “darbe” harekatının manivelasıdır. Harekatı yürütenler ve alet olanlar emperyalistler ve işbirlikçileridir. Yeri geldiğinde seçmenin özgür iradesini yansıtmadığı bilinen seçim oyununa başvuracaklar, yeri geldiğinde geleneksel darbeciliğin bütün yöntemlerini kullanacaklardır.

Şu halde, emekçi halk iradesinin (veya burjuva kavramlarla konuşmakla yetinsek bile milli iradenin) özgürce ve gerçeğe yakın tecellisi için ön koşul nedir? Tartışmaya buradan başlamamız ve devam etmemiz gerekiyor.

Bağımsızlığı-demokrasiyi-sosyalizmi teminat altına alacak bir demokratik halk iktidarının kurulması gerçekleşmeden halkın özgür iradesi belirlenemez. Örgütlenen ve mücadele için seferber olan işçi sınıfının ve emekçilerin kitleler halinde harekete geçmesi, iradesini açığa çıkarması, göstermelik seçim oyunlarından bin defa daha demokratik bir yoldur. Bu yolu izleyeceğiz. Bu yolu izleyerek demokratik halk iktidarını kuracak devrim yolunun arayışından bağımsız bir “seçmen iradesi mi darbe mi” tartışması boş gevezeliktir. Devrim zafere yürüyüşü sürecinde, kendi meşruiyet zeminini yaratacaktır. Emperyalizmin ve özel mülkiyetin vesayetini ortadan kaldıracak devrimci bir darbeyi indirene ve siyasal özgürlüğün koşullarını yaratana dek, emekçi halkın iradesini ortaya çıkartmanın tek yolu, emekçi halkın birleşmesi, mücadelesi, bağımsız örgütlenmesi ve kitlesel seferberliğidir.