25 Şubat 2009 Çarşamba

POLİTİK EKONOMİ İNCELEMELERİ 2

ÖZEL SİGORTA, SOSYAL GÜVENLİK İÇİN BİR ARAÇ OLABİLİR Mİ?

Kapitalist sömürü düzeni bir belirsizlikler, istikrarsızlıklar ve riskler düzenidir. Ekonomik ve sosyal krizler, ticari ve mali buhranlar, işsizlik, gelecek kaygısı, açlık, yoksulluk, hayat pahalılığı, işçilerin aşırı, ölesiye ve bedensel olarak tükenecek düzeyde çalıştırılması, eğitimsizlik, hastalıklar, ekolojik felaketler, çocukların, yaşlıların, sakatların ve kadınların sefaleti ve bakımsızlığı, kapitalizmin insanlık ve gezegen için bir risk düzeni olmasının göstergeleridir. Bu düzeni emeğiyle sırtında yaşatan ama bütün bu risklerin tahribatına ve çökertici etkisine maruz kalan işçi sınıfı ve emekçi kitleler, daha iyi bir hayat arayışında ilk ve yakın hedef olarak kapitalist bataklığın ürettiği risk ve belirsizliklerden korunmayı bu nedenle gözetir. Ekonomik bunalımların yükü, kriz ve belirsizliklerin ağırlığı ilk ve öncelikle alınteriyle hayatta kalmaya çalışan sınıfın omuzlarına yüklendiği için, bu risklerden korunmak hayat memat meselesidir. İşçi sınıfının ilk büyük ve toplu mücadelelerine, çalışma koşullarının düzeltilmesi, işsizliğe karşı korunmak, kadın ve çocuk emeğinin korunması, gelecek kaygısının azaltılması gibi talepler etrafında girişmesi buradan kaynaklanmıştır.

Sosyal güvenlik, işçiler için “hayatına sahip çıkmak” ve “gelecek güvencesi” demektir. Sosyal güvenlik hukuku başlığı altında ifade edilen kazanımlar, yani hastalık veya kaza sonucunda geçici veya kalıcı olarak işgöremezlik hallerinde geçim güvencesi, işsiz kalma durumunda geçim güvencesi, çalışma saatlerinin sınırlanması, ücretli dinlenme ve tatil hakkı, çocukların çalışma zorunluluğundan korunarak eğitimi hakkı, kadın emeğinin korunması, çocuk ve kadınların bakım ve destek hakkı, çalışan kuşakların yaşlılık dönemlerinde emeklilik hakkı, geçim ve gelir düzeyinden bağımsız olarak herkese eşit ve nitelikli eğitim ve sağlık hizmetine erişim hakkı, sağlıklı beslenme, uygar konut, eşit ve uygar ulaşım ve iletişim hakkı gibi başlıkların tamamını kapsar. Sosyal güvenlik hakları, sosyalist sistemde geniş ölçüde hayata geçebildi, kapitalist ülkelerde de işçi sınıfı hareketinin gücü ve etkinliği ölçüsünde uygulamaya ve yürürlükteki hukuka girebildi.

Son 30 yılda, sosyalizmin başlıca kalelerinde çözülmesi, kapitalist ülkelerde işçi sınıfı hareketinin gerilemesi ve gücünü yitirmesi sonrasında, sosyal güvenlik kazanımlarının bugün ülkemiz dahil bütün kapitalist ülkelerde ağır bir saldırıyla yüzyüze olduğu biliniyor. Kazançlarını muhafaza etme ve büyütme peşindeki sermaye ve mülk sahiplerinin sosyal güvenlik haklarına yönelik azgın ve yoğun saldırısı altında, önceki yüzyıl boyunca elde edilmiş bütün kazanımlarımız bir bir geri alınmak isteniyor. Kapitalist esaretin dizginsiz sömürü koşullarına boyun eğdirilmek tehlikesiyle yüzyüzeyiz.

AKP HÜKÜMETİ NE YAPMAK İSTİYOR?

1995’te belirlenen Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı stratejisi, sosyal güvenlik sisteminde özelleştirme, yabancı sermayeye açılma ve mevcut güvencelerin tasfiyesi hedeflerini hükümetlerin önüne koydu. Plan stratejisinin öngördüğü bütçe açığına bağlı enflasyonist baskının 1998 sonundan itibaren hem ödemeler dengesinde tıkanmaya yolaçtığı, hem de Avrupa Birliği’ne yönelik siyasal sürece engel haline geldiği koşullarda, iç ve dış rantiyeye borç ve faiz ödemelerinin sürekliliğini garanti edecek yeni bir IMF “istikrar paketi” doğrultusunda baskılar arttı. Bu koşullarda, ücret ödemelerinin ve sosyal güvenlik sistemi harcamalarının kısılması ve tasfiyesi için gerekli hesaplaşmaya güçlü girebilmek amacıyla seçimler erkene alındı, IMF pusuya yattı. Siyasal krizin baskısı altında 1999 seçimleri sonrasına kadar hiç bir hükümetin atamadığı adımları, antidemokratik seçim yasasından da faydalanarak “yeterli gücü” arkasında biriktiren MHP-DSP-ANAP koalisyonu attı ve emeklilik hakkını büyük ölçüde gasbeden yasa önerisini parlamentodan geçirdi. 2001 krizi arefesinde Ecevit hükümeti döneminde eski MHP’li bakan Yaşar Okuyan tarafından başlatılan ve AKP hükümeti döneminde hız kazanan sosyal güvenlik sistemine yönelik değişikliklerin temel yönü aynıdır ve başlıca esin kaynağı emperyalizmin ortağı büyük sermaye sahiplerinin üfürdüğü yalanlardır.

2001 krizi sonrasında sosyal güvenlik sistemine saldırının devamını AKP hükümetleri getirdi. Aklı fethedilmiş, kendine güveni zayıflamış, bölünmüş ve esir alınmış olduğu bugünkü koşullarda, Türkiye işçi sınıfı, emperyalist sermayeyle kolkola yürüyen AKP hükümeti tarafından, çocuklarımızın geleceğini çalan, kursağımızdaki lokmaya bile göz diken açgözlü bir taarruza maruz bırakılıyor. Saldırı birkaç koldan birden yürütülüyor: Birincisi, memleketin temel geçim araçları, temel sanayi kuruluşları emperyalist sermaye ve ortakları tarafından özelleştirilip yağmalanıyor, tarım çökertiliyor; ikincisi, yasal mevzuatta yer aldığı kadarıyla bile sosyal güvenlik hakları gasbediliyor; üçüncüsü, yoğun bir ideolojik kampanya eşliğinde bu operasyonlar, itiraz etmeye ve direnmeye aday tek güç olan işçi sınıfının zihninde meşru kılınmak isteniyor; dördüncüsü, baskı ve şiddet kullanımıyla itiraz eden sesler bastırılmaya çalışılıyor. Bu yazıda, saldırının işçi sınıfının bilincini fethetmeye dönük üçüncü boyutunu, meşrulaştırma amaçlı söylemleri, örnekler üzerinden ele alalım ve tartışalım.

SOSYAL GÜVENLİĞİ VE SAĞLIĞI ÖZELLEŞTİRME GİRİŞİMLERİ NASIL MEŞRULAŞTIRILMAK İSTENİYOR?

Sosyal güvenlik haklarının gasbedilmesini meşrulaştırma çabalarının amacı, direnmek isteyen işçi sınıfını içerden, kendi aklı ve zihni üzerinden teslim almaktır. Patron takımının avukatı siyaset esnafının, en başta da AKP’li politikacıların savundukları sermaye çıkarlarını perdelemeyi gözeten iki yüzlü çabalarının hangi demagojik söylemleri ve argümanları kullandıklarını göstermek zorundayız.

Birinci iddia, toplumun ortalama yaşam beklentisinin uzadığı, sosyal güvenlik sisteminin parasız kaldığı, ödemelerini yapacak kaynaklarının azalıp tükenmekte olduğu, dolayısıyla devlet bütçesi kaynaklarını kullanan bir “kara delik” haline geldiğidir.

İkinci iddia, sosyal güvenlik sisteminin toplumsal bir dayanışmayı temsil eden kamusal niteliği nedeniyle verimsiz ve niteliksiz kaldığı, bireysel üretkenliği teşvik etmeyip kösteklediği, işçileri gelecekleri için bireysel bir sorumluluk üstlenmekten caydırdığı iddiasıdır.

Üçüncü iddia, devlet tarafından sunulan sağlık hizmetlerinin ve devlet tarafından sunulan sosyal güvenlik hizmetinin verimsiz ve kaynakları israf eden özellikleriyle, niteliksiz ve yetersiz kaldığı, devlet bütçesi üzerinde yük teşkil ettiği, bu hizmetler özelleştirildiği ve birbirinden ayrılarak sunulduğu takdirde, hizmeti verenle alanın birbirini denetlemesi sayesinde hizmetlerin kalitesinin yükseleceği iddiasıdır.

Son olarak, sunulan hak ve hizmetlerin, eldeki olanaklarla bağdaşmadığı, dolayısıyla sosyal hak ve hizmetlerin kısıtlanmasının ve daraltılmasının daha uygun olacağı iddiasıdır.

İFLAS VE KARA DELİK SÖYLEMLERİ

Sosyal güvenlik sistemlerinin iflas ettiği ve kamu bütçe kaynaklarını tüketen bir “kara delik” haline gelmekte olduğu söylentisi, burjuva politik iktisadının yarattığı bir efsanedir. Bu efsane emperyalist merkezler için olduğu gibi Türkiye için de geçersizdir.

Efsanenin bir boyutu, sosyal güvenliğe bakış açısına dair temel varsayımların sınıf gözlüklerine göre farklı olmasıdır. Sermaye sahipleri için sosyal güvenliğe kamu bütçesinden pay ayrılması istenmeyen bir masraf kapısı iken işçi sınıfı için bu bir sosyal zorunluluktur. Sermayedar zümresi, işçi sınıfının hastalık, kaza, işgöremezlik, emeklilik ve yasal izin gibi durumlar için sosyal olarak garanti edilmiş gelir kaynaklarına sahip olmasını istemez, çünkü bu haklara sahip bir işçi sınıfı kaderini ve geleceğini patronların ve hükümetlerin iki dudağı arasından çıkacak sözlere ve kararlara esir bırakmaktan korunur. Sosyal olarak garanti edilmiş bir gelir kaynağı, işçi sınıfına patronlar karşısında güç ve özgürlük sağlar. Boyun eğdirilmesi zorlaşır. Şu halde kamu bütçesinden desteklenen sosyal güvenlik harcamaları politik bir tercih konusudur. Sosyal güvenlik fonları, kar- zarar hesabı yapılan, ödemeler dengesi bir işletme anlayışıyla ele alınan şirketler gibi düşünülemez. Nitekim AKP hükümetinin sözcüleri, sosyal güvenlik sisteminin ödemeler dengesindeki “açığı” sorgularken yüksek sesle ve cahil cesaretiyle konuşmakta, sıra hükümet bütçesinin ve Türkiye ekonomisinin ödemeler dengesi açığı konusuna geldiğinde ise hepsi karnından konuşmaktadır. Bu yaklaşım farkları, AKP’li siyaset esnafının hangi sınıfın gözlüğünü taktığını göstermeye yeter.

Sosyal güvenlik sistemi “açık” verse bile, bu “açık” hükümet bütçesinin ve Türkiye ekonomisinin faiz ödemelerinden, borçlanma açığından, ithalata ve yabancı sermaye girişlerine bağımlı üretim yapısından kaynaklanan özel sektör kaynaklı cari açıklarından, şişkin askeri bütçesinden ve sermayeye kaynak aktarmayı gözeten devlet harcamalarından daha büyük değildir. Sosyal güvenlik kurumlarına yapılan bütçe transferleri, bütçenin yarasına merhem olamayacak kadar ufaktır. Faiz ödemelerine hiç bir kısıtlama planlamayan hükümetlerin SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı’ndan bütçe katkısını esirgemeyi tartışması haksızdır. Bütçe açığının ve dolayısıyla enflasyonun kaynağında en büyük payın emperyalist rantiyeye yapılan faiz ödemelerine ait olduğu ortadadır; son yıllarda faiz ödemeleri kaleminin bütçe içindeki payı sosyal güvenlik kurumlarına yapılan transferlerin 5 ila 10 katını bulmaktadır. IMF ve hükümetler emeklinin hakkını faiz çıkarlarına kurban etme politikasının muhafızlığını yapmaktadır. Kaldı ki Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminin mevcut haliyle devam ettirilmesi için yapılan bütçe kaynaklı transferler, bellibaşlı kapitalist ülkeler ortalamasının çok altındadır. Yapılan hesaplamalara göre, brüt ulusal yıllık gelirin yüzde birkaçı mertebesinde artırılacak bir destek, sistemi sürdürmek için yeterlidir.

Sosyal güvenlik sistemi içinde yeralan fonların zarar ettiğine dair söylemin es geçtiği bir başka boyut, bu fonların geçmişte yıllar boyunca patronlar ve devlet için ucuz kredi ve sermaye kaynağı olarak yağmalanmış olmasıdır. Bunun son örneği İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken tutarın GAP projesinin finansmanı için kullanılmasına yönelik AKP hükümeti kararıdır. Sermaye temsilcilerinin son günlerde derinleşen kriz ortamında fonda biriken paraların ucuz kredi kaynağı olarak kullandırılması talebi de aynı yönde bir örnektir. Sosyal güvenlik sisteminin “açığı” olarak gösterilen ödemeler dengesi “probleminin” istihdam yaratamayan, kayıtlı sigortalı işçi çalıştırılmasına yanaşmayan, sigorta primlerini ödemekten kaçınan patronların ve Sosyal Güvenlik Kurumlarının sırtına yasal yükümlülükleri olmayan ödemeleri yükleyen hükümet politikalarının rolü de unutulmamalıdır. Nihayet sosyal güvenlik fonlarının kimisi “açık” verirken kimisi de fazla vermektedir, fonların birbirinden ayrı tutulmasını gözeten hükümet politikaları yerine, “fazla” veren fonların “açık” veren fonları desteklemesi amacıyla sosyal güvenlik sisteminin bir bütün olarak ele alınması gerekir; oysa hükümet politikaları fonları birbirinden yalıtarak ele almakta, sağlık, emeklilik ve işsizlik gibi fonların ortak bir sosyal güvenlik hedefine yönelik birleşik işleyişini engellemektedir.

Sosyal güvenliğin düşmanları, “kriz” söylemini esas olarak panik yaratmak ve sosyal güvenliği özelleştirilmesini meşru göstermek için kullanıyor. Oysa sosyal güvenliğin sağlanması, ulusun emekçi çoğunluğunu ilgilendiren bir meseledir. Gerekçesi sosyal fonların prim kesintilerinden sağlanan gelirleriyle yükümlülükleri arasındaki ödemeler dengesinin sağlanması değil, sosyal adaletin sağlanmasıdır. Politik tercih sosyal adalet ilkesini gözetme yönünde yapıldığı takdirde, hükümet bütçesi veya özel sektör açıkları için söz konusu edilmeyen kendine yeterlilik koşulu, sosyal güvenlik sisteminden beklenemez. Ücret bordroları üzerinden yapılan prim kesintileri eğer sosyal güvenlik ödemelerini karşılamakta yetersiz kalıyorsa, bu durum, ulusu temsil iddiasındaki bir hükümeti, ulusun alınteriyle yaşayan çoğunluğunun sağlık ve emeklilik gibi haklarına ilişkin sorumluluklarından azade kılamaz. Bunu yapmaya yeltenecek bir hükümet ise ulusal iradeyi temsil iddiasını koruyamaz.

ÖZEL SİGORTALAR SOSYAL GÜVENLİK İÇİN BİR ARAÇ OLABİLİR Mİ?

AKP hükümetinin, sunulan hak ve hizmetlerin eldeki olanaklarla bağdaşmadığı, dolayısıyla kısıtlanmasının daha uygun olacağı iddiasından hareketle, mevcut sosyal güvenlik sisteminin yükümlülüklerini sigortalılar tarafından yararlanılamaz yönde değiştirdiği biliniyor. Bu değişikliklerin gerekçeleri, sosyal güvenlik sisteminin toplumsal bir dayanışmayı temsil eden kamusal niteliği nedeniyle verimsiz ve niteliksiz kaldığı, bireysel üretkenliği teşvik etmeyip kösteklediği, işçileri gelecekleri için bireysel bir sorumluluk üstlenmekten caydırdığı ve devlet tarafından sunulan sağlık hizmetlerinin ve devlet tarafından sunulan sosyal güvenlik hizmetinin verimsiz ve kaynakları israf eden özellikleriyle, niteliksiz ve yetersiz kaldığı, devlet bütçesi üzerinde yük teşkil ettiği, bu hizmetler özelleştirildiği ve birbirinden ayrılarak sunulduğu takdirde, hizmeti verenle alanın birbirini denetlemesi sayesinde hizmetlerin kalitesinin yükseleceği iddialarına dayandırılıyor.

Kullanılamaz hale gelen ve kamusal niteliğinin içi boşaltılan sosyal güvenlik sisteminin yerine önerilen çözümler, özel emeklilik, özel hastanecilik, özel sağlık sigortalarıdır. Sermayenin vazettiği, AKP’nin istekle parlatıp pazarlamaya çalıştığı bu sözde çözümler, işlemez duruma getirilen ve yetersiz bırakılan kamusal çözümlerden işçileri uzaklaştırmayı amaçlıyor. Azalan ve erişilmesi zorlaşan emeklilik maaşları, çökertilen ve işlemez hale getirilen devlet ve SSK hastaneleri karşısında genel ve özel sağlık sigortası, bireysel emeklilik sigortası, sosyal güvenlik için bir araç olabilir mi?

Özel sigortacılık, bir tür gelecek için kişisel tasarruf yöntemidir. Sosyal güvenliğin gelişimi bakımından tarihsel olarak çağını doldurmuş ve geride kalmış bir modeldir. Günümüz kapitalizminde çalışan yığınların, emeklilik, hastalık, kaza, ölüm, maluliyet, analık gibi temel risklerini sadece özel sigortacılık ile güvence altına alan tek bir ülke mevcut değildir. Özel emeklilik sadece üst düzeyde geliri olup buna uygun düzeyde tasarruf edebilenler için geçici olarak ve bazen anlamlı olabilir, düşük maaşlı işçiler için ise gelecekteki işgüçlerinin bugünden sömürülmesinden başka bir şey değildir. Özel emeklilik sigorta şirketleri ve fonlarının yöneticileri, bu birikimler üzerinden birikim sahibinden daha fazla kazanmaktadır.

Bireysel emeklilik denilen sistemin özelliği, ücret bordroları üzerinden yapılan prim kesintilerinin bireysel hesaplarda toplanmasıdır. Daha önceden olduğu gibi sosyal bir fonda toplanarak ihtiyacı olanlara dağıtılması yerine bu sistemde her bireyin kendi fonu bağımsız olarak işletilir. Yani bireysel emeklilik sistemi aslında bir sosyal güvenlik sistemi değil, her koyunun kendi bacağından asıldığı bir bireysel tasarruf sistemidir. Bireysel sistemde, işçilerin çalışma yılları boyunca yaptığı tasarrufların emeklilik yıllarında gelir kaynağı olması ilkesi gözetilir. Bireysel hesapta biriken fonlar borsa ve piyasada değerlendirilerek, sosyal fonlardan daha yüksek bir emeklilik maaşı getirisi temin edeceği varsayılır. Daha çok tasarruf yapabilenlerin, daha çok prim kesintisiyle daha yüksek emeklilik maaşı elde edebileceği varsayılır. Ancak gerçekler, anlatılanların yakınından bile geçmez.

Bireysel emeklilik sigortası her şeyden önce pahalı bir sistemdir. Fonların yönetimi, işletilmesi kamu sistemlerinden en az 10 kat daha pahalıya malolur. Sigorta şirketlerinin üst yönetimleri, pazarlama ve yönetim bölümleri, borsa ve piyasa aktörleri bu fonlar üzerinden büyük paralar kazanacaktır. Bu pahalı sisteme prim ödeyebilecek düzeyde ücret alan işçiler, ABD’de bile tüm işçilerin %10’u kadardır. Yani düşük ücretli işçilerin bu sisteme prim ödemeleri ve dahil olmaları güçtür, düşük primle dahil olmaları ise emekli maaşında yükselme beklentilerini düşürür. Kaldı ki, kapitalist ekonominin iniş çıkışlı işleyişi içerisinde işçilerin düzenli ve istikrarlı bir gelire uzun yıllar sahip olmaları zayıf bir olasılıktır, aradaki kesinti ve işsizlik dönemleri prim ödemelerini aksatacak, emeklilik geliri kayıplarına yol açacaktır. Herşey yolunda gitse bile, kapitalist ekonominin sık görülen kriz dönemlerinde bireysel emeklilik fonları zarar edebilecektir. Hatta bazen emekli maaşları için ayrılan fonları piyasada spekülasyon için kullanan sigorta şirketlerinin iflas etmesi yüzünden bireysel emeklilik fonlarının battığı da bilinmektedir. Bu riskleri bir yana, bireysel emeklilik sistemleri, kamu sigorta sistemlerinden farklı olarak çalışanların eş ve çocuklarına, bakmakla yükümlü oldukları aile üyelerine ödeme yapmaz, sigortalılara emekli maaşı ödemelerinde sosyal adalet ilkesine uygun bir eşitlik anlayışıyla hareket etmez. Bireysel emeklilik sigortaları, sosyal sigortalarda mevcut emeklilik sistemlerinin yetersiz fonlanması problemine çözüm olamaz. Sosyal emeklilik programlarına devlet bütçesinden yeterli bir kaynak ayrılması, sosyal adaleti gözeten bir politik tercihe dayanacak tek çözüm yoludur.

Sosyal güvenlik sisteminin sağlık ve hastalık sigortaları kanadındaki gerçekler, emeklilik bacağından farklı değildir. AKP hükümetinin çökerttiği kamu sağlık hizmetleri yerine özel sağlık kuruluşlarını geçirmek, düşük ücretli yoksulları yetersiz ve asgari düzeyde sağlık güvenceleri veren genel sağlık sigortasına bağlamak, daha yüksek ücretlilere ise cepten veya özel sağlık sigortası önermek esaslarına dayanan politikası, çıkmaz bir sokaktır. Bir defa sistem tıpkı özel emeklilik sigortası gibi ve benzer nedenlerle pahalıdır. Sağlık sigortasında özel poliçeleri satın almaya yönelme oranı, ABD’de bile işçilerin ufak bir azınlığının tercihi olmuştur. Türkiye’de özel sağlık sigortalarının büyük bir taban oluşturma şansı yoktur. Kaldı ki AKP’nin önerdiği GSS (Genel Sağlık Sigortası) modeli olsun, Özel Sağlık Sigortaları olsun gerçek anlamda bir sağlık güvencesi sistemi oluşturmaktan fersah fersah uzaktadır. GSS modeli, sunduğu teminat kapsamı bakımından son derece kısıtlı, ilerde daha da kısıtlanmaya açık, güvencelerinde önemli boşluklar olan bir modeldir, gerçek bir sosyal sigorta sistemi bile sayılamaz. Parası olanın cepten yapacağı ödemelerle sağlık hizmetine erişebileceği, parası olamayanın ise sağlık hizmetinden yoksun kalacağı bu sistemin işlemesi de çok pahalıya malolacaktır, çünkü sağlık hizmetleri de özelleştirilmiştir. Özel ilaç tekelleriyle birlikte özel hastane tekelleri kısa bir süre içinde GSS sisteminde ücret bordrolarından yapılan prim kesintileriyle biriken fonların yağmalanmasına ve prim kesintilerinin 10 katı yükseltilmesine yol açacak, işlerin iyi gittiği dönemde işçilerine grup özel sağlık sigortası yapan firmalar bundan vazgçecek, teminat kapsamını daraltmayı seçecektir.

GSS sisteminin bugünden açıkça görünür olan iflasını önlemek için hükümet ve sağlık patronları, sistem içinde çalışmaya çekilen sağlık emekçilerinin ücretlerini kısmaya dönük bir politika izleyecektir. En yoksullara yönelik ikinci sınıf yetersiz hizmet vermek üzere çalıştırılacak devlet hastaneleri de sağlık işkolunda çalışanların ücretlerini baskı altında tutmaya ve en yoksullara görünüşte bir sağlık hizmeti veriliyor izlenimi yaratmaya dönük çalışacaktır.

Özel sağlık sigortasının, patronlara işçiler üzerinde vesayet kurma olanağı tanıdığı, işçiler için bir sosyal hak olarak görülmediği, tersine işçileri denetlemenin bir aracı olduğu bilinmektedir. Özel sağlık sigortaları, sosyal güvence arayışının özel şirketler tarafından ticari istismar aracı olarak piyasa malı haline getirilmesidir, GSS ise yokolan sosyal sağlık güvencesinin üzerine örtülen bir şaldır. Ne GSS ne de özel sağlık sigortaları, kamusal güvencelere dayanan ve devlet tarafından sunulan sağlık sistemlerinden farklı olarak, sosyal adalet ilkesine uygun bir eşitlik anlayışıyla hareket edebilir. GSS ve özel sağlık sigortaları, mevcut sistemlerinin ödemeler açığı problemine çözüm olamaz. Özel hastanecilik ise devlet tarafından sunulacak ulusal düzeyde bütünleşmiş bir sağlık hizmetinin yerini alamaz. Sağlık hizmetlerinin ve ilaç endüstrisinin ülke çapında devletleştirilmesi ve herkese eşit, nitelikli, erişilebilir bir sağlık hizmetinin sosyal olarak garanti edilmesi, sağlık hizmetlerine devlet bütçesinden yeterli bir kaynak ayrılması, sosyal adaleti gözeten bir politik tercihe dayanacak tek çözüm yoludur.

Hiç yorum yok: