5 Temmuz 2009 Pazar

BİLİM- TOPLUM- FELSEFE- SANAT YAZILARI 2

GİDENİN ARKASINDAN NASIL KONUŞMALI?

Son örneğine, Türkan Saylan’ın hastalığının son dönemi ve ölümü sürecinde ve arkasından düzenlenen anma-cenaze törenlerinde, ölümü sonrası hakkında yapılan değerlendirmelerde ve açıklamalarda tanık olundu.

Bireysel ve toplumsal hayatlarımız, kaçınılmaz kavşaklardan geçerek yol alıyor. Kararlarımızın ve iradelerimizin sınandığı bu düğüm noktaları geri dönüşü olanaksız evrelerdir. Toplumsal ilerleme sürecinde 1789 Fransız Devrimi, 1871 Paris Komünü, 1917Rus Devrimi ya da Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilanı gibi deneyimler, kollektif kimlikleri temsil etmiş bireysel yaşantılarımızda ölüm veya hastalık gibi deneyimler bu fasıldandır. Geri dönüşü ve birebir tekrarı olanaksız bu dönemeçlerde bir hesap günü yaklaşımıyla ele almaksızın, tarihin, toplumsal ilerlemenin ve bireysel hayatların tanınması, anlaşılması, bilinmesi olanak dışıdır.

Bu deneyim genellikle “gidenin arkasından konuşmak” biçiminde gerçekleşebilir. Herşey olup bitmiş, diyelim bir toplumsal devrim süreci, karşı devrim ve restorasyon dahil bütün olası ve yan sonuçlarıyla tamamlanmış, yaşananların çağın gidişatı üzerindeki etkileri belirgin ve geri dönüşü olanaksız bir biçimde kayda geçmiştir, ya da bireysel bir ömür tamamlanmış ve bahse konu kişi ölmüştür. Toplumsal ilerlemenin seyri üzerine kafa yormak ve etkili olabilmek için, ölen kişinin hayatından geleceğe yönelik bir ışık elde edebilmek için, gidenin, geride bırakılanın anlaşılması, tartışılması kendini dayatacaktır. Mitolojik ve dinsel söylencelerdeki “ahiret” ve “öbür dünya” benzeri kavramlar burada anlatılmaya çalışılan türden bir hesaplaşma sonrasında varılacak ülkedir.(1) Geçmişin geleceğe ışık tutmadan önceki son parıltısıdır. Gidenin ardından söylenenler ve yazılanlar, bu parıltıyı tarif edecektir.

Toplumsal ve bireysel tarihlerimiz, bu türden hesaplaşmalarla yol alabilir. İçinde yaşanılan an ile geçmişten geleceğe uzanan süreç arasındaki karşıtlık, bu türden hesaplaşmalar üzerinden kavranabilir.

TOPLUMSAL HESAPLAŞMALAR

Tarihi sınıf mücadeleleri tarihi biçiminde anlamaya başladığımızdan bu yana, bu mücadelelerin büründüğü hesaplaşma biçimlerinin analizi bilimsel bir ilgi konusu olageldi. Kitleleri ve bireyleri kapsayan toplumsal hesaplaşmalar, devrimler ve sonuçları, tarih yazıcılığı açısından kendisi de bir hesaplaşma konusu olarak süregiden mücadelelerin bir parçası olmaya devam ediyor. Son yüzyılların en büyük iki devrimini, 1789 Fransız ve 1917 Rus Devrimini lanetlemek ve aşağılamak, üzerinden yüz-iki yüz yıl geçtikten sonra bugün Fransız ve Rus yönetici sınıflarının derdi ve konusu olmaya devam ediyorsa, bu durum, geç-burjuvazinin insanlığın ilerici atılımlarının yükünü sırtından atma ihtiyacı ile ilişkili olmalıdır. Tarih gelgitlerle yolalıyor. İnsanlığın ileriye doğru giriştiği büyük atılımların umut dolu cüretkarlığı ve bu cüretkarlığın yarattığı korkuya kapılarak yaşanan geri çekilmeler bu gelgitleri açıklıyor. Umut (daha iyi bir gelecek beklentisiyle, din kitaplarındaki cennet vaadiyle) ilerlemenin yelkenlerini şişiriyor; korku (daha iyi bir gelecek beklentisinin devasa boyutlarından ve yaratacağı yıkımdan, altüst oluşlardan, din kitaplarındaki cehennem korkusundan) ürkme ve geri çekilmeye yol açıyor.

20. yüzyılın 20’li yıllarında yüzlerce yıllık saltanat ve hilafet boyunduruğunu yıkarak kaderini eline alma girişiminde bulunan, Cumhuriyet ilanına kalkışan genç Türk burjuvazisinin, kendi cüretinden duyduğu korkuyla, sermaye birikimi ve büyüme sürecinde yeniden ülkeyi emperyalizmin kucağına oturtması ve yüzüncü yılına gelmeden cumhuriyeti tasfiye etmeye girişmesi, tarihsel gelgit dalgalarının coğrafyamızdaki son örneği olarak gündemimizi işgal ediyor. Müdahale edilmediği takdirde, hesaplaşmanın kaçınılmaz bir gericilik ve kendini inkar dalgası biçiminde yol alacağını gösteren Osmanlı’nın restorasyonu çabaları, emperyalizmin bölgesel bir hedefi olarak dikkatlerden kaçmıyor.

Toplumsal ilerlemenin bir tekerrür süreci olmadığını biliyoruz. Geçmişte yaşanmış toplumsal hesaplaşma örneklerinin birebir tekrarı beklenemez. Bugünün dünyasında 1789’un, 1917’nin, 1923’ün kopyalanmasından sözedilemez. Ancak yeni bir ilerici devrimci atılım peşinde düşünen ve davranan güçlerin, 1789 Fransız Devrimini, 1917 Rus devrimini, 1923 Cumhuriyet’ini hesaplaşma konusu yapmaları görevinden de kaçınılamaz. Geçmiş toplumsal hesaplaşmalarla hesaplaşmayan bir tarihsel hareket, geleceği kurmak bir yana, zihninde tasarlamaya bile başlayamaz. Kısacası hesaplaşmalarla hesaplaşmak, yeni bir toplumsal atılım için hazırlanan ilerici devrimci güçlerin bugün ve yakın gelecekte ihtiyaç duyacağı ideolojik ve siyasal berraklaşmanın en önemli koşulu olarak beliriyor. Toplumsal hesaplaşmanın kabarık gündemi, Türkiye Komünist ve İşçi Hareketinin siyasal tarihi, 16 Haziran, 12 Eylül, 1 Mayıs gibi çok sayıda başlıkları da kapsayarak el atılmayı bekliyor. Bugünün sorunlarına devrimci ve somut yanıtlar üretebilmemiz, bu görevlerin üstesinden hakkıyla gelebilmemize bağlı gözüküyor.

BİREYSEL HESAPLAŞMALAR

Toplumsal hesaplaşmalardan ayrı düşünülemeyecek ama bireysel düzlemde ele alınması gereken başlıklar da var. Devrimci kuşakların temsilcisi ve tarihimizin parçası bireysel kimliklerin de hesaplaşma konusu olmaları gerekli. Hareketimizin çeşitli kademelerinde ve eğilimlerinde yer almış kimlikler üzerinde bilimsel ve siyasal bir analizden hareketle tutarlı ve geleceğe ışık tutan değerlendirmelerin eksikliği ortadadır. Hareketimizin dışında olan tarihsel kişilikler hakkında da berrak analizlerimiz eksikliğini hissettiriyor. Bir çoğu tartışmalı dünya-tarihsel kişilikler de dokunulmayı bekliyor.

Aslında kollektif kimlikleri temsil etmiş bu kişilerin büyük çoğunluğu (bedence veya düşünce olarak) aramızdan ayrılalı yıllar oluyor. Ölüm sonrası veya safları terk etme sonrası yapılan değerlendirmeler, bu tarihsel kişiliklerin hayatlarının bilimsel bir yaklaşımla ele alınmasını değil, tek yanlı abartmaları, eksiklikleri, düpedüz yanlış, tek boyutlu ve çarpıtılmış yaklaşımları, dengeci ve eklektik yorumları, ikiyüzlü nezaket dolu beyanları, zaman zaman küfre ve inkarcılığa varan haddini bilmezlikleri, çoğu zaman duygusal tepki ve övgüleri, son olarak da en kötüsünü yani suskunluğu, görmezden gelmeyi, unutturmayı içeriyor.(2)

Geleceğimizi ancak geçmişimizi kapsayarak, eleştirerek ve devrimci bir biçimde aşarak kurabileceğimiz savsözü herkesin ağzındadır. Ama bu iyi bilinen doğruyu hayata geçirmek için pek az çaba gösteriliyor. İlk çıktığı yıllarda (1970’lerin başlarında) ideolojik ve politik inşasını sosyalist hareketin geçmişinin bilimsel ve sağlıklı bir eleştirisi zemininde başlatan KİTLE dergisinin bu geleneği doğrultusunda, yeni kuşakları aydınlatma ve eğitme görevi bugün de omuzlarımızdadır. Bu yazı bu görevin yerine getirilmesine yönelik bir giriş olarak kabul edilmelidir. Arkasını getirmek boynumuzun borcu oluyor.

Gidenin arkasından söyleyecek anlamlı, bilimsel ve devrimci bir sözü olmayanların(3), geleceğe, genç sosyalistlere devredecek bir mirası da olmaz. Bu koşullarda teorik ve pratik bir mirasın sahibi olduğunu göstermek yükümlülüğü önem kazanıyor. Hem işçi hareketine, hem de teorik ve pratik mirasımızı inkar ederek gençliği ve geleceği temsil edebileceğini zannedenlere…

________________________


1 Kur’an yorumcularının ahiret sözcüğünün Kur’an metninde farklı anlamlarda yazılışından sözettikleri bilinmektedir- kıyamet, cennet, cehennem, kabir, İsa’ya inananlar, ikinci kez… Bu anlam çokluğu, hesaplaşma gününün toplumsal hayattaki gerçek içeriği hakkında bir fikir verebilir: Toplumsal hesaplaşma günü bir altüst oluşa, yıkım ve acılarla iç içe geçmiş daha iyi bir hayat özlemine, umut (cennet) ve korku (cehennem) ikileminde girişilen bir hesaplaşma sonrası yeni bir başlangıç inancına işaret ediyor olmalıdır. Nitekim ahiret, Arapça’da sözlük anlamıyla sonuncu demektir, ancak eski Mısır dili Kıpti’cede ilk anlamına gelmektedir. (Turan Dursun, Kuran Ansiklopedisi, Kaynak yayınları, Cilt:1, sayfa: 221-241)

2 Tarihsel ve toplumsal rolleriyle öne çıkmış kişiliklerin ölümleri sonrasında yapılan değerlendirme ve analizlerin bilimsel bakış açısından uzaklığı ölçüsünde, anılan kişiliğin tarihsel mirasına düpedüz sadakatsizlik gösterdikleri söylenebilir. İkiyüzlü liberalleri veya taşkafa gericileri bir yana koyarsak, sosyalizmin değişik akımlarına mensup veya yakın yorumcuların da ele aldıkları kişiliğin hakkını vermekten uzak kaldıkları, böylece tarih yazıcılığında ışığı yutan kara delikler dışında bir şey görmediği söylenebilir. Tarihsel ve toplumsal kişilikleri incelerken ve haklarında bir yargıya varmaya çalışırken, hayatlarının bir dönemi değil bütünü, toplumsal ilişkileri ve tarihsel süreç bağlamında somut bir değerlendirmeyle ele alınmalı. Gençliğinde sosyalist olan Mussolini’nin daha sonra faşist bir diktatör olarak boy göstermesi, TKP eski genel sekreteri Nabi Yağcı’nın sermayenin liberal koltuk değnekliğine gönül indirmesi, bütün iktidar yıllarında ülkesindeki Kürtlere ve komünistlere kan kusturan bir rejimin önderliğini yapan Saddam Hüseyin’in ülkesini işgal eden ABD güçlerine ve kuklalarına karşı yakın tarihin en başı dik direniş örneklerinden birini göstererek ölüme yürümesi, ömrü boyunca tutarlı bir sosyalist önderlik sergilediği söylenemeyecek Çavuşesku’nun karşı devrimci darbeyle yürekli bir hesaplaşmayı göze alarak ölüme trajik yürüyüşü şu gerçeği gösteriyor: Tarihsel kişiliklerin karmaşık hayatı geriye çelişkili gözüken ve değişken bir mesaj yığını bırakıyor ancak ölen yıldızlar gibi sönmeden ve kara deliğe dönüşmeden önceki son parlamaları (astronomi bilimindeki adıyla supernova patlamaları) siyasal evrendeki sonsuz karanlığı deliyor. Süpernova, enerjisi biten Büyük Yıldızların şiddetle patlaması durumuna verilen isim olarak biliniyor. Bir süpernovanın parlaklığı Güneş'in parlaklığının yüz milyon katına varabiliyor. Başlangıçta yapısı, iyonize madde olan plazma şeklindeki bir süpernovanın parlaklığını yitirmesi haftalar ya da aylar sürebiliyor. Bu süre zarfında yaydığı enerji, güneşin 10 milyar yılda yayacağı enerjiden daha fazla oluyor. Bu patlamaların, maddenin evrende bir noktadan başka noktalara taşınması işine yaradığı kabul ediliyor. Patlama sonucunda dağılan yıldız artıklarının, evrenin başka köşelerinde birikerek yeniden yıldızlar ya da yıldız sistemleri oluşturduğu varsayılıyor. Bu varsayıma göre, Güneş, Güneş Sistemi içindeki gezegenler ve bu arada elbette bizim Dünyamız da, çok eski zamanlarda gerçekleşmiş bir süpernova patlamasının sonucunda ortaya çıkmıştır. İsteyen gözünü kara deliklere dikebilir, bizim dikkatimiz mütemadiyen yeniden oluşan yıldızlara ve ışık kaynaklarına dikilecektir. Son günlerde yitirdiğimiz Türkan Saylan’ın da ölümü arefesinde takındığı tavırla aynı mertebede yer alacağı söylenebilir. Tarihsel kişiliklerin çelişkili karmaşası, içinde yaşadığımız kapitalizmden komünizme geçiş çağının nesnel çelişkilerinin bir yansıması olarak düşünülmelidir. (Bu yaklaşıma bir örnek olarak bakınız: V.İ.Lenin, Devrimin Aynası Tolstoy, YGS yayınları, Ada dizisi No.5)
3 TKP-Gelenek yayınlarında bir süredir hız verilen gelenek inkarcılığı, ideolojik, örgütsel ve politik mirasın reddi, TKP’nin peşpeşe girdiği son iki seçimde umduğu anlamlı oy desteğini elde edememesi, TKP merkezini işçi sınıfı sosyalizmini temsil etme iddia ve ısrarından uzaklaştırıyor. TKP-Gelenek küçük-burjuva sosyalizmini temsil etmeye doğru dümen kırıyor. 2004 konferans-kongre dönemecinde ulusların self-determinasyon hakkını reddederek ve parti programının girişini soyut ve genel bir kapitalizm eleştirisi ile sınırlayarak (dolayısıyla eklektik bir program ilan ederek) ilk belirtilerini gösteren yeni eğilim, son yerel seçim politikasında dışa vurulan şekilsiz sol-ittifak tercihinin krizi etrafındaki yalpalamayla birlikte derinleşti. MK ve siyasi bürodan, çeşitli örgüt kademelerinden deneyimli komünist kadroların ve kürt komünistlerinin uzaklaş(tırıl)ması bu ideolojik ve politik ricat çizgisinin ilan edilmemiş bir tasfiyecilik doğrultusunda derinleştiğini gösteriyor. İşçi sınıfı sosyalizminin bilimsel ilkelerini sorgulama, sarsma, terk etme belirtileri artarak devam ediyor. Toplumsal ölçek ve etki alanında yaşanan tıkanma gerekçesinden hareketle, TKP-Gelenek çizgisi küçük-burjuva sosyalizminin legal reformist odaklarına sığınmaya, legal-reformist solun politik temsilciliğini üstlenmeye yöneliyor. Narodnik ve küçük-burjuva solun örgütsüz yamalı bohçasından bir “Çatı Partisi” devşirmeye çalışanlarla aynı zeminde rekabete giriyor. Çatı Partisi aşuresinin aksini (aynadaki yansımasını) temsil etme çabası, ilkesizlik ve bilimsel sosyalizmden uzaklaşma, işçi sınıfı hareketiyle mesafeyi açma doğrultusunda derinleşiyor. Reformist bir blok reel-politikası tasarlanıyor.